Bizden Haberler / Agra hakkında daha fazla bilgi edinin...

Acı ama gerçek...

21 Mart 2012 Çarşamba

Gerçeklerle yüzleşelim:

Küresel sistemin üyesi olan ülkeler, küresel sistemin koyduğu kurallara uymak zorundadır. Bu sistemin nimetlerinden yararlanma karşılığında da küresel sistemin kurallarını, isteklerini, külfet ve sorunlarını kabul etmiş olurlar. Trilyonlarca dolarlık bu sisteme bağlananlar, sağlıktan ekonomiye, bilimden teknolojiye kadar onların koyduğu kurallara farkında bile olmadan harfiyen uyarlar. Hayatınız ve alışkanlıklarınız kökten değiştiğinde bu kuralları hissedersiniz. Nedir bu kurallar;

Birinci kural; parayı veren kuralı koyar. Kural denilen şey, parayı verenin çıkar ve isteklerinin hukuki metinleridir. Yoksa parayı veren kaybeder. O zaman parayı niye versin?

İkinci kural; parayı veren düdüğü çalar, parayı alan dinler. Yani parayı verenin kural dışı isteklerini de parayı alan dinlemek zorundadır. Bu nedenle parayı verenin hukuku, bir gecede parayı alanın hukuku olur ve ‘nasıl bir gecede her şey değişti’ diye de hayret edersiniz. Kural basit: ‘para alan emir alır’.

Üçüncü kural; Bir şeyler alan bir şeyler vermek zorundadır, verdiklerine sağlık ve hayatı da dahil olabilir. Bedava konforlu hayat yoktur. Domates tohumundan bilgisayar programlarına, ilaçtan teknolojiye, onların payını lisans ve patent hakkı olarak vermek zorundayız.

Bu yüzden, geriye dönüp baktığınızda, kendinize ait bir otomobil bile üretemediğinizi görüp üzülürsünüz. Çünkü borçlu ülkelerin ne üretip üretmeyeceğini kurallar gereği onlar belirler. Bu kuralın dışına çıkarsanız bilim adamlarınız intihar etmeye başlar. Kendi ülkenizde bilim adamlarınızın bile can güvenliğini korumaktan aciz olduğunuzu idrak edersiniz. Sizler, ancak onların keşfedip ürettiği uçak, taşıt, hızlı tren, nükleer santral, ilaç, bilgisayar, cep telefonu… gibi ürünlerden ithal edip bunlarla övünebilirsiniz. Paranız yoksa size borç da verirler. Ancak bu parayla 2. dünya savaşı sonrası Almanya gibi çadırda idare edip ‘bilim ve teknoloji merkezleri kuralım’ derseniz müsade etmezler. Dev gökdelenler ve dev AVM’lerle şehirleri boğabilir, tüketim ekonomisiyle kaynaklarınızı dışarıya pompalayabilirsiniz. Aldığınız borç paralarla her yıl 50 milyar $ hastalıklara, 50 milyar $ enerjiye, 50 milyar $ uydu teknolojiye (cep telefonu, tv, bilgisayar), 50 milyar $ taşıtlara (uçak,gemi, tank…) saçıp savurabilirsiniz. Ancak bunları ben üreteceğim dediğiniz zaman izin almanız gerekir, açıkcası üretemezsiniz. Söz dinlemezseniz, akibetiniz İran gibi olabilir. Nükleer teknolojide lider olayım derseniz, başınıza nötron düşebilir. Ya da onlar size parası mukabilinde nükleer enerjiyi hediye ederler. Tercih sizin.

Bilim ve teknoloji üretimi gibi en yüksek gelir getiren nitelikli işleri yapmak onlara aittir. Onların yaptığı köprülerle övünebilirsiniz. Onların izin verdiği konularda ve ancak izin verdikleri kadar yapabilirsiniz. Örneğin şeftali üretebilirsiniz. Hurda demir ve çimento işi size aittir. Ancak nitelikli çelik üretemezsiniz. Enerji ve çevre canavarı kirli sanayi size görev olarak verildi ise çaresi yok yapacaksınız. Bu kirli işleri batı ülkelerinde yine biz yapalım, ama onların oksijeni ve enerjisi tükensin, onlar enerji ithal etsinler, onların çevresi kirlensin, taşıma masrafı da olmasın diyemezsiniz. Çevre felaketine yol açan pis işlerin ülkelerini mahvetmesine adamlar niye müsade etsin? Eliniz mahkum siz yapacaksınız, gemilerle onlara gönderecek, ihracat ve istihdam artıyor diye de övüneceksiniz. Sizin enerjiniz ve oksijeniniz tükenecek, sizin insanınız kanser olacak, sizin çevreniz kirlenecek, görmezden geleceksiniz. Adamlar tükenen enerjinizi telafi için nükleer tesis bile kurarlar. Böylece hem milyarlarca $ kazanır, hem de kendilerinde oluşacak nükleer zarar ve riskleri de satmış olurlar. Çağımızda akıl oyunu böyle oynanıyor.

Kurulan bu sistemde nitelikli işleri isteseniz de yapamazsınız. Örneğin aşı ve ilaç. Sadece ambalaj size ait olabilir. Kendiniz bir molekül keşfedebilir misiniz? Bunun için milyarlarca dolar tutan araştırma merkezlerini kurmak için gerekli parayı size kim verir ve niye versin? Zaten sizin bilim dünyanız ve üniversiteleriniz bilim ve teknolojik yönden kastre edilmiş ve küresel sisteme harem ağası gibi bağlanmıştır. Harem ağası yapmanın tekniği ise basittir. İçinize ektikleri kök hücreleri vasıtasıyla, ‘herkes bilim ve araştırma yapacak’ diye dayattıkları saçma kurallarla kıt kaynakları dağıtarak tüketmek yeterlidir. Akıl oyunu böyle oynanıyor. Herkes güya araştırma yapıyor da hangi sorunumuz çözülüyor ve kaç para kazanıyoruz bilen var mı? Halbuki, kıt kaynaklarımızı, kurulacak ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’nde hayati konularda üretim için kullanmak gerekmez mi? Kayda değer bilim ve teknoloji üretemediğiniz için, sadece onların ürettiğinden yararlanma yolunuz açıktır, o da parasını ödemek ve kurallara uymak koşuluyla.

Bu sisteme pazar olarak giren ülkeler bilim ve teknoloji üretemediği gibi, bilgi üretecek bilimsel araştırmaları da yapamaz. Bu yüzden her alanda onların ürettiği bilgiyi ve bilimsel rehberleri dikkate almak zorundayız. İsterseniz dikkate almayın ve orta çağı yaşayın. Örneğin sağlık alanında onların ürettiği bilgi ve teknolojiye muhtacız. Çünkü çağımızda İbni Sina’ya takılarak bir yere gidemeyiz. Onlarla övünerek teşhis koyamayız, tedavi olamayız. Her ülke küresel sistemin sunduğu bilimsel rehberleri aşırabilir, kendi koşullarına ve özelliklerine göre uyarlayabilir. Bunda bir kötülük yoktur. Onlar da buna göz yumarlar ve böylece kendi ürettiklerini reklam edip bize satarak gelişmiş ülke olurlar. Biz ise onların keşfedip sattığı kolesterol ilaçlarını bile ancak bilimsel rehberlere uygun olarak kullanırsak daha sağlıklı ve uzun ömürlü olabiliriz. Bu yüzden hiç değilse sunulan bilgileri doğru düzgün anlayalım ve kafadan icat çıkarmayalım. Çünkü ilacı da bilgiyi de üreten onlar, gururumuza dokunsa da bunu kabul edelim. Gurumuza çok düşkünsek ‘Bilim Teknoloji Merkezi’ni kuralım, kendimiz bilim üretelim, öğrencilere dağıtacağımız bilgisayar tabletlerini kendimiz yapalım.

Gelelim kongreler konusuna. Bayi toplantısı denilen kongreler, küresel sistemin geleneklerinden biridir. Bilimsel kongrelerde veya onların keşfettiği internette, hepsini sunmadıkları kısıtlı bilgiye muhtacız. Dünyanın öbür ucuna kadar bu sistemi kuran bizler değiliz, biz sadece misafir ve seyirciyiz. Bizim ülke insanı olarak sağlıktan ekonomiye, bilimden teknolojiye düzenlenen kongrelere gidecek ne paramız var ne de onlara sunacak bilgi ve teknolojimiz. Her şey küresel yapı tarafından düzenlenir ve orada içeceğiniz bir bardak suya kadar her şey bu yapı tarafından ödenir. Çünkü büyüklerimiz bunun için bize para vermez, veremez. Bunda da bir kötülük yoktur. Gavurun ekmeğini yiyen kılıcını sallar diyebilirsiniz. Milli ruhunuz kayıpsa mümkündür.

Bizler planlanan tiyatronun sadece seyircisiyiz o kadar. Öğrendiğiniz, seyrettiğiniz her şey onların sunduğu bilgidir. Kongrelerin programından konuşmacılara kadar her şey bir orkestra titizliğinde hazırlanır. Parayı veren düdüğü çalar, siz de zevkle dinlersiniz. Bu da kötü bir şey değildir. Büyükleriniz dahil herkes küresel yapının parçası olmak için can atıyor ve bu gayeyi hedef olarak gösteriyorsa, doğru yerdesiniz. Sizin tavaf ettiğiniz kongreler, küresel sistemin tapınaklarıdır. Burada öğrendiklerinizi bir daha ki kongreye kadar ezber edersiniz. Çünkü bilim ve teknoloji üretmekten acizsiniz. Neskafeden aşıya…Sarımsağı bile Çin’den ithal ederken biz neyi tartışıyoruz?

Kongrelerin havası, ‘biz niye bilim ve teknoloji de nal topluyoruz, nasıl lider olabiliriz’ motivasyonu yaratabilir. Bu hava ise uçmanızı sağlayabilir, ya da aşağılık kompleksi yaratabilir. ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kurmak için hemen kolları sıvayıp kamuoyu yaratmalıyız. Öncelikle yerli araba ve öğrencilere dağıtacağımız bilgisayar tabletleriyle işe başlayalım. Gereksiz tartışmalara son verip bu hedefe ulaşmak için çalışalım. Başka türlü uçamayız. Sizin pazar olmaktan çıkıp pazarlar bulmanız için, güçlü ülke olmanız gerekir. Güç, narsizmle olmaz, narsizm hastalıktır. Güç, bilim ve teknoloji üretmekle olur. Bu ise çok güçlü milli irade ister. Bunları halka anlatırsanız ve halkta bu hedefe kitlenirse milli irade olur.

Ancak Milli iradenin bu hedefin gereklerini ve sonuçlarını da göze alması gerekir. Bu ise lüks ve israftan kaçınarak tasarrufları, bilim ve teknolojiye yatırmak demektir. Hastalık sektörüne saçtığımız paraları, sağlıklı bir toplum olarak tasarruf etmek demektir. Nükleer enerjiden aşı ve ilaca kadar başkalarına hediye ettiğiniz milyar dolarları, üreteceğiniz bilim ve teknolojiye yatırmak demektir. Buna müsade ederler mi? Bu tarihi karar, bitmek bilmeyen sıkıntı ve acılara katlanmak demektir. Halbuki, parasını küresel yapıya hediye ettiğiniz ithal uçak, hızlı tren ve 4 çeker ciplere binmek ise zevk ve sefa demektir. Yerli araba dahil bunları üretmek için kafa yormak, ter dökmek, çile çekmek ise acı ve ızdırap demektir. Ülkemizin temel sorunu burada yatmaktadır; Acılarla yüzleşmek ve acılara katlanmak.

Kuralları koyan güce kavuşmak dileği ile…

“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamayı alışkanlık haline getirmiş milletler, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, sonra da istiklal ve istikballerini kaybederler.” Atatürk.
 

Tüm Haberler